Hoşgeldiniz  
ads

‘‘Doğa üstü varlığa sunulan “can…” ’’

Seray Sayar Levent | 19 Temmuz 2021 | Alt Manşet, Genel, Gündem, Manşet, Son Dakika, Sürmanşet, Tüm Manşetler, Yerel Haberler A- A+

İnsan doğası üzerine tartışan Rousseau, Locke ve Montesquieu gibi aydınlanma filozoflarının asıl dertlerinin insanın nasıl olup da toplum halinde yaşamaya başladığını anlamaktı. İnsanın doğasında nasıl bir varlık olduğu hususunda birbirleriyle ihtilafa düştülerse de aslında hepsi de insanın doğa durumu hakkında çaresiz bir düşünce içindeydiler. Çünkü doğal durumu bilimsel imkânlarla hiç kimsenin hiçbir zaman bilme şansı olmayacaktı 

Ne kadar eski olursa olsun ve nerede olursa olsun insanların öte dünyayla, görünen dünyanın ötesiyle ilgilendikleri, nereden gelip nereye gittikleriyle ilgili soruları anlamlandırdıkları ve toplumda kutsal ve din dışı alanları oluşturup tanımladıkları belli bir davranış düzeyi daha vardır. Bu da din kurumudur.  

Ekonominin tam da Marksist anlamda diğer bütün kurumları belirlediği toplumlar olabildiği gibi ekonominin bilhassa siyaset veya din tarafından veya aile yapıları tarafından belirlendiği toplumlar veya durumlar da söz konusudur. İdeolojik yapıların ve bilhassa dinin ekonomik davranışı belirlediği örnekler çokça bulunabilir. İnsanların bir dinî inanç etrafında toplanmaları, harekete geçip o inancın şekillendirdiği bir toplumu kurmaya çalışmaları sıkça görülen örneklerdendir. Ancak bütün bunlara rağmen Hiçbir toplum için özü itibarıyla dinin veya diğer sosyolojik kurumların daha belirleyici olduğu yönünde bir saptama yapılamaz. Toplumlarda hangi kurumların daha belirleyici olacağı toplumun tarihine, dinamizmine göre değişir. Böylece insan toplumlarının olduğu her yerde dinin de var olduğunu ama dinin her toplumdaki belirleyiciliğinin de görünüm biçiminin de farklı olabildiğini görüyoruz. 

Bizim toplumumuzun da büyük çoğunluğunun Müslüman olduğunu kabul edersek ve her ne kadar Müslümanlara farz olmasada gelenek göreneklerimizi sürdürmeye, inançlarımızın, vicdanımızın adına, Allah’ın bize sunduğu nimetlerin ve canımızın bedeli olarak kurban kesmeye çalışırız. 

Ve bu inançtır, inancı yorumlamanın yargılamanın anlamı nedir? Ki aslında kendini Müslüman sanan Deist bir toplumun içinde olunca… 

Şimdi Deistimiz de nereden çıktı diye bilirsiniz? (bu kavram Tanrı’ya inanan ancak dinlere inanmayan düşünceye denir) Sadece Müslüman’ım diyerek bu dinin hiçbir gereken ibadetini ve davranışını göstermediğimizi düşünürseniz sonradan çıkmadığını fark edersiniz ki Şamanizm den gelen bir ırk olarak zaten ne yaparsak yapalım Müslümanlık anlayışında hep bir yerlerden fire veriyoruz.  

Gelelim kurbana ki Kuran-ı Kerim’de kurbanın kime ve hangi nedenle farz olduğu açık ve seçik yazılmışken biz bu geleneği sürdürmeye devam ediyoruz. 

O yüzden inançların ve gelenek-göreneklerin tartışılması her zaman bana anlamsız gelir. İnsan evladı nasıl ruhsal doyuma ulaşıyorsa bunu uygulamasının eleştirisi, tartışması olmamalıdır.                                                                                                                                      

Kurban insan evladının var oluşundan bu yana devam eden bir gelenektir.    

İnançsal bir kavram olarak kurban, Bir Tanrı’ya ya da bir başka doğaüstü varlığa sunulan (can)’a denir.  

Kabul edilen inanışa göre, kurban, canlılığın kutsanması anlamına gelir. “Kurban” kavramı ve kurban etme ritüelleri insanlık tarihiyle yaşıttır. “Kurban etme” kavramı tarih öncesinden günümüze gelen süreç içinde birincil anlamını koruduğu gibi,  ritüel boyutundan, dini ve kutsal boyutlardan sıyrılarak ikincil anlamlar da kazanarak varlığını sürdüren bir kavram olmuştur. 

“Kurban kesme” eylemi, İslam Dini’nin doğuşundan çok önceki çağlara kadar uzanır. Çok eski tabiat dinleri ile Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Hint, Çin, İran ve İbrani dinlerinde yılın belli aylarında dinî törenlerle kurban sunma, bayram yapma geleneği vardır. İnsanların, tahıl, hayvan ve hatta insan kurban ettikleri olmuştur. 

İslamî  terim olarak “kurban” (udhiyye); “şartları belirli hayvanları, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kesmek” şeklinde tanımlanır.  

Târihte ibâdet niyetiyle yapılan ilk kurban, Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ile Kâbil’in kurbanlarıdır. Aralarında çıkan ihtilafta hangisinin haklı olduğunu anlamak için, Cenâb-ı Hakk’a kurbanlarını arz ettiler. Hâbil’in kurbanı kabûl olmuştu. Bunu çekemeyen ve isteğine kavuşmak için çalışan Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürmüştü. 

Yani tarihte kurbanın dinlerden önce geldiği zaten araştırmalarda görünmektedir. Hz.İbrahim’in oğlunu Allah’a kurban etmek istemesi, bunun üzerine koyunun kesilmesini emretmesiyle de hayvanların kesilmesini Hz.İbrahim’e emretmiştir. 

Cemalnur Sargut’un kurban üzerinde yaptığı yorumu okuduğumda kurbanın hiç bu şekilde anlamlandırılacağını düşünmemiştim.  

‘‘  insan kendi nefsini yok ederek kendine fayda bulur. Çünkü nefis tekâmülünü engelliyor arzu ve istekler. Bir yandan da bütün hayvanat, insana katıldığı ölçüde insanlık makamına yükselir.’’ 

 Evet, bitki de böyledir. Bitki de insana katılınca insana verdiği güç ölçüsünde hizmet eder, çünkü bütün yaratılmışların en kıymetlisi insandır. Bunun sebebi de insanın emaneti kabul eden tek varlık oluşudur. Yani Allah’ın isimlerini kabul etmiştir insan. Bunu da hem zalim hem cahil olduğu için kabul etmiştir. Cahildir, çünkü başına geleceklerden habersizdir. Zalimdir, çünkü kendi nefsine zulmedecektir. Onun için kabul etmiştir. Dolayısıyla insan, bütün bunlardan habersiz olarak Allah’a olan aşkından dolayı her şeye evet der. Hani nasıl evlenirken önce her şeye evet deriz, sonra hâdiseler yavaş yavaş gelerek bizim sevgimizi sınar, bakalım hakikaten eşini seviyor mu diye… Sevmesen hiçbir şeye katlanamazsın normalde. Allah ile ilişkide de bu böyledir. Tekâmülün için önce Allah ile ilişkiyi aşkla kabul edersin, “beli” dersin, sonra yavaş yavaş hâdiseler gelir, seni zorlar, bakalım ahdinde haklı mı, vefalı mı diye. O hâdiseleri aşabilen insan, kuvvetli gemi gibi artık her türlü fırtınaya çıkabilir. Bu hâdiseleri aşamayan insan ise limanda kalan gemi olup hiçbir fırtınaya korkusundan çıkamaz ve onun sonu limanda yok olmak olur.” 

Cemalnur Sargut, İnsanın en yüce varlık olduğunu ondan üstün bir varlık olmadığını ve her canlının insan bedenine karıştığında insan mertebesine ulaştığını anlatırken aslında bizlerin kurbanla kimliksiz bir canlıya kimlik verdiğimizi onu yücelttiğimizi hiç düşünmemiştim. Kurban anlayışının bir başka tarafını görmek, buna karşı gelen canilik olarak yorumlayan kesime belki inançların üzerine çok yorum yapmamak gerektiğini gösterir. 

    Huzurlu,mutlu,sağlıklı bir Bayram geçirmeniz dileği ile iyi bayramlar…. 

Her zaman olduğu gibi şimdilik hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın! 

Seray  LEVENT

ÖZGECAN ÇOCUK YUVASI ve KULÜBÜ

1505647430754_IMG_1894.JPG

0322.4582496-4583053

http://www.ozgecancocuk.com
624 Kez Görüntülendi.
Etiketler:
Yorumunuz
Konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

EN SON HABERLER

© 2017 Gerçek Adana Tüm Hakları Saklıdır ~ İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.