Bir Kurban Bayramı daha geldi. Eskiden bir hafta öncesinden başlayan heyecan, şimdi sadece takvimdeki kırmızı bir güne hapsolmuş gibi. Ne bayramlık telaş var sokakta, ne de çocukların gözünde o eski ışıltı. Kurban Bayramı’nın bir zamanlar olduğu gibi “birlik ve merhamet bayramı” olmaktan yavaş yavaş uzaklaştığını görmek insanın içine dokunuyor. Eskiden kurban kesilince çocuklara anlatılırdı: “Bu sadece et değil, bir semboldür. Paylaşmanın, Allah’a teslimiyetin ve başkasının açlığına derman olmanın sembolü…” Şimdi ne o anlam var, ne de etin ulaştığı kapılar çoğaldı. Lüks sofralarda ziyan edilen etlerin kokusu, yoksul bir evde kaynayan çorbanın kokusunu bastırıyor. Bir zamanlar kurban, evlerin değil kalplerin bayramıydı. Büyükler hayır duası ederdi, çocuklar harçlıkla sevinirdi. Şimdi kimse kapısını çalan çocuğun yüzüne bakmıyor. Kurban hissesi alanlar bile birbirine hesap sorar olmuş: “Kilosu ne kadar geldi, benim payım azdı, seninki büyüktü…” Etin ağırlığı, vicdanın hafifliğini unutturmuş. Bayramın sabahıydı… Sabah ezanıyla uyanan bir çocuk vardı eskiden. Babasının elinden tutar, kurban alanına giderdi. O heyecanı, o merakı… Bir yanda kesilen kurban için dualar edilirken, diğer yanda çocuğun gözleri dua ile anlam arasındaki bağı kurmaya çalışırdı. Şimdi o çocuk büyüdü ama içindeki anlam küçüldü. Her yıl biraz daha eksiliyoruz. Kurbanlar kesiliyor, ama paylaşma duygusu boynu bükük kalıyor. Komşuluklar vardı eskiden. Kurban etinden bir tabak götürülür, yanında birkaç tatlı dil, biraz gönül koyulurdu. Şimdi kimse kimsenin zilini çalmıyor. Kimi utandığından, kimi ihtiyaç duyanı umursamadığından, kimi de zaten kendi etini bile paylaşamayacak kadar içine kapanmış olduğundan… Kurban Bayramı, sadece bir ibadet değil, bir ruhtu. İnsanı insana yaklaştıran, ötekiyle aradaki mesafeyi kaldıran bir köprüyü temsil ederdi. O köprü yıkılmasın diye her yıl biraz daha direnmeliyiz. Paylaşmalıyız. Hakkı olanla değil, ihtiyaç duyanla. Etle değil, kalple. Bir parça tebessümle, bir tutam merhametle… Çünkü biz kurbanın anlamını unutursak, sadece et keseriz. Ve sadece et kesen bir toplum, merhametin kesildiği yerdir. Oysa bu bayramda da bir çocuk kapıyı çalacak belki. İçinde umutla… Belki annesi aç, belki sobası sönmüş bir evin küçük temsilcisi. Belki de bir tebessümle koca bir dünyaya yetecek yüreği var. Bayram, kapını değil kalbini açtığında başlar. Bir parça et değil, bir parça insanlık paylaş bu bayram. Çünkü asıl ibadet, insana kıymak değil, insana kıymet vermektir. Kurban Bayramı… Her yıl takvimdeki yeri aynı ama kalbimizdeki yeri başka başka. Yine geldi, yine usulca yaklaştı bayram. Ama biz fark edebildik mi onu gerçekten? Yoksa telaşlara, yetişmesi gereken işlere, keyifli bir tatil kaçamağına, kalabalık sofralara gömülmüş halde miyiz? Oysa bir zamanlar Kurban Bayramı, sadece kesilen bir kurban değil, içimizde büyüyen bir sevinçti. Bayramdan birkaç gün önce alınan ayakkabılar başucuna konurdu. Yeni kıyafetler defalarca denenirdi. Sabah ezanıyla kalkılır, bayram namazına gidilirdi. Erkekler camiden dönerken mis gibi kolonya kokardı üstlerinden. Kadınlar kahvaltı sofrasını hazır eder, çocuklar heyecanla ilk harçlığını kimin vereceğini düşünürdü. Ve en güzeli; kapı çalardı. Herkes birbirini ziyarete giderdi. Küçük bir tabak et, yanında bir dilim helva, belki de en önemlisi; içten bir “Allah kabul etsin.” sözü. Ne büyük zenginlikti o kelimeler… Ne çok şey taşırlardı. Şimdi zaman değişti elbette. Kalabalıklar büyüdü, apartmanlar çoğaldı ama kalpler biraz daha sessizleşti. Ama inanıyorum ki hâlâ bir yerlerde, bayram sabahına uyanan bir çocuk var. Hâlâ, yeni bayramlığıyla aynanın karşısında dönen, bayram harçlığıyla şeker almayı hayal eden minik bir yürek. Ve biz, eğer istersek, o çocuğun hayalini yaşatabiliriz. Yine gidip büyüklerimizin elini öpebilir, komşumuza bir tabak et uzatabilir, bir yetimin başını okşayabiliriz. Çünkü bayram dediğin, sadece bir gelenek değil; bir hatırlayış, bir yakınlaşma, bir dua gibidir. Paylaştıkça çoğalan, verdikçe güzelleşen bir zamandır. Hani derler ya, “bir tebessüm sadakadır” diye; bayram da böyle bir sadakadır aslında. Gülümsemek, ziyaret etmek, hatırlamak… Ve unutmamak: İnsan olmak, sadece kendine değil, başkasına da yer açmak demektir. Bu bayram, çocukluğumuzu hatırlayalım. İçimizde unuttuğumuz o çocuğu… Kapısını çalmadığımız komşuyu, sesini duymadığımız akrabayı… Belki bir telefonla, belki küçük bir ziyarete giderek. Çünkü bayram, önce gönülde başlar. Kurbanlar kesilsin ama kalpler de yumuşasın. Et paylaşılsın ama sevgi de dağılsın. Bu bayram, sadece dolapları değil, kalplerimizi de dolduralım. Çünkü hâlâ umut var. Hâlâ bayramın güzelliğini yaşatacak insanlar var. Her ne kadar bu güzellikler artık bizden uzak olsada bir yerlerde inanıyorum ki çocukluğumuzun bayramları yaşatılmaya devam ediliyor. Zira onlar daha büyümediler ve bu dünya onların hayatında hala bozulmadı… İnanıyorum ki bizim büyüyüp bozduğumuz dünyamızın aksine, hala birileri mendilin, çorabın içine çocuklara harçlık vermeye, kesilen kurbanın sadece misafir için ayırdığı payının dışında, bütün kurban etlerini dağıtmaya ve günler önce tatlılar yapıp, evlatlarını bir masanın etrafında toplayıp güle oynaya bayramını neşeyle kutlamaya devam ediyor… Ben mi? Büyüdüm…Menfaatler çarpıştı…Çocuklar büyüdü yuvadan uçtu…Ve…Ben…Çocukluğumun bayramını sizlere yazmaya devam ediyorum… Her şeye rağmen, çocuklarımıza güzel anılarımızı anlatabileceğimiz nice bayramlarımız olsun diyor, herkesin bayramını kutluyorum… Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!